...Hazan Makamı...

...Hazan Makamı...
Şüphesiz şiirin bir kısmında hikmet vardır.

...Fikir Sancısı...

...Fikir Sancısı...
Duyun bir yerlerde biri sözlerle vurulmuş.

...Tavan Arası...

...Tavan Arası...
Yolu Dünyadan Geçen Her Kelimenin Mekanı.

...Kitaba Dair...

...Kitaba Dair...
Okumalarımdan Arda Kalan ve Kitaplara Dair Her Şey.

Dinlemelik..

7 Haziran 2011 Salı



Her sabah yaptığım gibi koşturarak evden çıkıyorum,
Gece uykularını terk ettiğim için sabahları kalkmak malum bir nevi işkence, olsa da uyanmak güzel (:
Evimin hemen yanındaki güler yüzlü personeli ile Petek Pastanesi, tabi ki güler yüzlü değiller çünkü onlarda uykusuz, 
Kahvaltı fırsatı bulamayan garip kişilik bu pastanenin peynirli poğaçalarını acayip seviyor.
O dörtyol ağzında pastaneden fırlamamla kendimi yolun ortasında bulmam bir oluyor ve zaten felç olan trafik benimle düğüm oluyor.
Önüne baksana diye haykıran beyefendi, karşıdan neredeyse kaçmak üzere olan servisimin farkında değil tabiki..
Neyse ki şoför varlığımı fark edip duruyor,ben de ışığı bekliyorum haliyle.
Otobüse kendimi atınca genelde yaptığım ilk iş açıp kitabımı okumak.. 
Maksat uykumu açmak, kitap sevgisi ile ilgisi yok.
Bütün servis ahalisi uzun yolculuk boyunca uyurken ben o kalabalıkta yalnız kalmayı başarıyorum.
İşte tam o sırada radyo çalmaya başlıyor,fonda Zeki Müren o güzel sesi ile "Seviyorum işte var mı diyeceğin! Seviyorum işte var mı diyeceğin!"
Yüzüme yayılan o kocaman gülümsemeyi fark ettiğimde kendimi topluyorum ve etrafıma bakıyorum bu kız neden gülüyor diyen var mı acaba diye,
Tabi ki yok, büyük ihtimalle yarım kalan rüyasını tamamlıyor herkes..
Bense bu şarkı ile mutlu oluyorum (:
Çünkü "Seviyorum işte var mı diyeceğin"...

"Derya olsan alem benim,
Nefes olsan neyzen benim,
Gönül olsan sevda benim.
Seviyorum işte var mı diyeceğin!

Sen baharsan mevsim benim
Sen muratsan yeşil benim
Sen mızrapsan nağme benim
Seviyorum işte var mı diyeceğin!"

Ee dinlesenize hadi... (:





...


Sözün Yüreği

6 Haziran 2011 Pazartesi




Söz bir yere uçmaz..


SÖZÜN YÜREĞİ

Sözlerimin canı olduğunu düşünüyorum.
Onların beni temsil etme gücü oranında,benim de onlara sahip çıkmam gerektiğine inanıyorum.

Söylediğim kelimelerin havaya karışmadığından,buhar  olup bulutlarla buluşmadığından eminim.

Kayıtların hiçbiri ayrıntı atlanmadan tutulduğuna inancım tam.

İnsanların kendi kelimeleriyle yargılanabileceğine dair tecrübelerim var.
Bütün bunları aklımın bir köşesinde tutuyor;konuşurken aklımın bir köşesine ters düşmemeye çalışıyorum.

Sıradan bir gevezelik yapacaksam,bunun sıradan bir gevezelik olduğunu belli ediyorum.
Sözünde bir yüreği olsun,çarpıntısı duyulsun istiyorum.

Aramızdaki gelgitler gözümü korkutuyor.

Neden kelimelerimizi süngüleyip birbirimizi yaraladığımızı anlamıyorum.
Neden kurgulanmış düşüncelerimizin zehirli sarmaşıklara dönüştüğünü bilemiyorum.

Aklımın kolları bu yıkıcı ortaoyununu kavrayamıyor.
Sözlerin hırslarla kolkola dolaşması  canımı sıkıyor.
Ne kadar zamandır böyleyiz hatırlamıyorum.
Bildiğim eskiden böyle insanlar olmadığımız..

Sözlerin yürekli olduğu zamanlarda,insanların da yürekli olduğunu bildiğimden insanların yüreksizliğinin sözlerinin yüreksizliğinden anlaşılabileceğini kavramam güç olmuyor.
Bazen yazıyı rayından çıkaracak kadar üzülüyorum bu duruma.
Taşıdığımız kimliğin böyle rencide edici tanımları hak etmediğini itiraf etmekten utanıyorum.

Herkesi ağzından çıkan sözle,yüreğinden çıkan sesi aynılaştırmaya çağırıyorum.
Herkesi sözünün arkasında durmaya,cümlelerinden kaçmamaya davet ediyorum.
“İç rahatlığı” ve “kalp temizliği” ön kabullerinden arınmanın ne kadar kaçılmaz hale geldiğinden dem vuruyorum.

Çuvaldızları kınlarından çıkarmanın gereğine işaret ediyorum.
Hesap yapmayı hesap makinalarına bırakmanın büyük bir fazilet olduğu fikrindeyim.
Herkesi kendi kendisiyle konuşmaya çağırıyorum.
Herkesi yediği lokmanın muhasebesi ile baş başa bırakıyorum.

Karanlıkta yürüyen kara karıncadan haber veren Yüce İrade’nin saman altında yürüyen sulardan haberdar olmamasının imkansızlığını akıl sahiplerine hatırlatıyorum.
Bu bilincin,bu satırların yazarınca da hak edilmesini diliyorum.
Kimsenin sözünün altında kalmayacağı bir dünyanın,daha katlanılabilir bir dünya olacağından hiç şüphem yok.

Oysa bu yolda gerekli bütün gayreti gösterdiğimizden çok şüpheliyim.
Sözlerin yürek atışlarını işitmekte zorlanıyorum.
“Can kulağı ile dinlemek”le neyin kastedildiğini anlatmanın her geçen gün biraz daha zorlaştığı gün gibi ortada.

Küçük bir mola vermeli ve düşünmeliyiz.
Bu başdöndürücü hızla nereye koştuğumuzun cevabını bulmalıyız.
Kazandıklarımızla eksilttiklerimiz arasındaki uçurumu dengelemeliyiz.
Körlükten,sağırlıktan,yüreksizlikten kurtulmalıyız.
Dillerimizi zehirli yılanlar olmaktan alıkoymalıyız.

Korkmamalı,karanlık yüzlerimizi tanımaktan kaçınmamalıyız.
Canımızdan kelimelere can,cümlelere hayat vermeliyiz.
Sözlerimizi içimizdeki fıtrî kıpırtıdan türetmeliyiz.
Onları yüreklendirmeliyiz.

Bir dağ başında koyunlarıyla söyleşen çobanın yalana ihtiyacı yoktur.
Yalan,iki insanın yan yana geldiği yerde başlar.
Oysa biz,iki insan arasındaki doğruyu tesis etmekle görevlendik.
Herbirimizin içinde bir dağ başı,her dağ başında yalnız bir çoban,her çobanda bir yürek barınmalı bu yüzden.

Ancak hayırla başlayanın hayırla neticelenebileceğini unutmayalım.
Üç günlük ömrümüzü beş günlük hesaplarla kalabalıklaştırmayalım.
Sözlerimizin elinden tutalım.
Hep beraber kendimize gelelim.
Ve bir daha oradan hiç gitmeyelim.

Gökhan Özcan/Ruh Yordamı

Melekleri Ürkütmeden



“Gerçekten hüzün duyma kabiliyeti olan bir ruhun,iyiliğe de kabiliyeti vardır.” Stowe

‘Gerçekten üzülebilen’ insanları daha fazla seviyorum.

Kendini hep haklı gören,nice yürekte ve nice insanın hayatında çok zulümlere kapı aralamış bile olsa yaptıklarını haklılaştırmanın bir yolunu bulan insanlar ise ruhumu daha fazla incitiyor.

Dünyada bu kadar zulüm bu kadar acı,bu kadar gözyaşı varsa,zaman zaman rol gereği ‘üzülüyormuş gibi’ gözükseler de ‘gerçekten üzülebilme’ yeteneğinden mahrum olanlar yüzünden var zira.
Yaşanan hangi zulmü,hangi haksızlığı,hangi acıyı biraz deşseniz,ardında ‘üzülebilme’ yeteneğinden mahrum kötülerin kansız,duygusuz ve ruhsuz yüz ifadeleri karşılıyor sizi.

Ama şükür ki üzülebilenler var.

Şükür ki gerçekten hüzün duyma,gerçek bir hüzün duyma yeteneğine sahip oldukları için,ellerinden bir şey gelmediği durumlarda dahi en azından kalpleriyle haksızlığa ve kötülüğe buğzedip kötülere ve haksızlara onulmaz bir meşruiyet krizi yaşatan üzgün insanlar..

Yarınki dünya bugünkünden daha iyi bir dünya olabilecekse,yaşadığımız şu ülkede bugün yaşanan haksızlıklar yarın ortadan kalkabilecekse,işte bu üzülebilenler sayesinde olacak.
Üzülebilenlere selam,üzülemeyenlere yazıklar olsun!

Metin Karabaşoğlu /Melekleri Ürkütmeden


Kabahatlar Kanunu


KABAHATLAR KANUNU

Vicdan azabı dediğimiz sarkaç yakamıza yapıştığında salınışını hiç hesaba katmadan uzaklaşmasını arzularız biran önce. Gizli kapaklı kendini aklama operasyonlarında vicdan'a yer yoktur çünkü.Elimizde olmayan sebeplerden dolayı bulaştığımız dünya hayatı vicdan azabının gölgesinde kabusa dönse de vicdan azabı çekebilmek de insan olduğumuzun tek kanıtı.. Onunla olmaz,onsuz hiç olmaz.Ben görmedim,duymadım,bilmiyorum demenin en elim tanığı.

Ve vicdan azabının tek düşmanı bahaneler.. Yaratan her şeyi bir sebebe bağlayarak halk etse de sudan sebepleriniz zulmün ağırlığını kaldıramayacak kadar saflar,onları rahat bırakın.Zulüm dediysem öyle afilli işkenceler değil söz konusu, bir düşünün hayatınızı karartan o küçücük bahaneleri.. Düşünürken sakın aklınızla muhatap olmayın, kalbi galebe çalan tek puttur. Akıldan noksan olsaydık dünyadan da münezzeh sayılırdık, o sebeple o kadar temiz değil ellerimiz..

Oysa insan kendini temize çekme noktasında oldukça mahir ,sözüm ona sudan çıkma balıklar gibiyiz hayatta, ha çırpındı ha öldü. O sebeple taşın altına hep başka eller girmeli,sizin naçiz hassasiyetiniz o ağır yükleri kaldıramayacak kadar insancıldır çünkü! Benliğinizin şık muhatapları, yüzünü zatınıza çevirdiğinde anlamlandıramayan bir yüzle,elinden gelmeyeni ayaklarına devredip kaçmanın bin bir türlü yolunu bulan sevimli kibriniz alnınızın akını karaya çalar gizliden.. Kimsenin yoğurdu pazarda satılamayacak kadar ekşi olmadığından alnının karasıyla, ellinde beyaz mendiller tutar,çünkü barışçıldır insan, yıkımın en sevimlisi de barışçıl olandır zaten, vicdanı kelepçelenen.Suça hazırsa kainat, masumdur insan, nasılsa temiz eller,kara yüreklere dokunmamıştır.

Bir yol bulmalı ve bu savaşta kendine galip gelmeli insan.Sıra sıra tüm bahaneleri dolaşmalı,en şık duranı aklın küstahlığına giydirmeli.Unutulmamalı ki suçun en kolay aklananı, sorumlulukla fazla laubali olmadan suçu muhataba atfetmektir.Hele bir de orta ölçekli bir gürültü tufanı koparabilirseniz herkes mağduriyetinize şapka çıkartır.

Başınızı yastığa koyduğunuzda sızlamayan bir vicdan sahibiyseniz, aidiyetiniz zulmün gölgesinde kalmış demektir,dün beni kahreden, yarın senin kahrında bayrak taşır..Ellerini saklama onlar hem zalimin hem de mazlumun mendil tutanıdır.

En iyisi sen yine ellerini yıka,
ben görmedim,
ben duymadım,
ben bilmedim..

Sanır ki insan, hiç yaşamadım..

K.Saat




 

2009 ·Ruz-i Ceza by Keziban Saat, Free Blogger Templates