...Hazan Makamı...

...Hazan Makamı...
Şüphesiz şiirin bir kısmında hikmet vardır.

...Fikir Sancısı...

...Fikir Sancısı...
Duyun bir yerlerde biri sözlerle vurulmuş.

...Tavan Arası...

...Tavan Arası...
Yolu Dünyadan Geçen Her Kelimenin Mekanı.

...Kitaba Dair...

...Kitaba Dair...
Okumalarımdan Arda Kalan ve Kitaplara Dair Her Şey.

Oyun Arkadaşım

30 Nisan 2010 Cuma



OYUN ARKADAŞIM
Pejmürde bir pişmanlık asılı durur kapımda,
Her yağmurda yüreğime geçirdiğim bir umut kolumda.
Bir de yaşanmışlarıma tanık prangam ayağımda.
Kaçamam tanığımdan,savcımdan…Kendimden…
Kaçamam…Yanılgımdan…

Kaçamam yaramaz çocuğun oyun parkından,
Bir masalcı olurum, her düşüp ağladığında.
Vezirin olurum, saltanatını taçlandırdığında.
Sarayının soytarısı olurum,her küsüp kaçışında.
Aslında ben sen olurum, her sevdadan dem vuruşunda.

Son oyunumuz yarım kalır bahçende,
Son kozun hala elindedir kendince,
Tamamlanamayan bir puzzelın son parçasıdır cebinde.
Masumluğumuz yanında, pişman bir gülümseyişle,
Susar oyun arkadaşın, pusar ve anlar.

Ne büyüktü sevgin, ne de inandığım kadar masum.
Keşke içindeki ihaneti hiç şahlandırmasaydın,
Keşke puzzelın son parçası sen olsaydın,
Ve kayıp son parçayı ararken ben,
Sen aklımda hep oyun arkadaşım olarak kalsaydın.


K. Saat




Kayıp Ceset

26 Nisan 2010 Pazartesi


KAYIP CESET

Baktım da yoktun kalbimin yasında.
Baktım da yoktum üzerime atılan toprağın altında.
Baktım da can, sol yan sancısının hatrına,
Göremedim…
İnan,
Ölemedim!

...

K.Saat


İcad!

25 Nisan 2010 Pazar



Masal icad oldu,
Yalancılara gün doğdu...


...

K.Saat

Kovulmuşların Evi / Ali Ayçil

21 Nisan 2010 Çarşamba

KOVULMUŞLARIN EVİ / ALİ AYÇİL
         
          Ali Ayçil bir kaç arkadaşımın ısrarla tavsiye ettiği bir isimdi, daha önce de bir kaç kez denemelerini okumak nasip olmuştu, hikaye tarzında yazdığı denemeler ile dikkat çeken yazarı ısrarlar ile tanımak istedim ve kitabını okuduktan sonra kendisini okumakta geciktiğim için üzüldüm.Israr ve araştırmalarım sonucu yazarın “Kovulmuşların Evi” isimli kitabını almaya karar verdim, zira kitap alırken hemen alamıyorum, hakkında biraz bilgi edindikten sonra karar veriyorum.Diğer kitaplarını da zamanla temin edeceğim inşAllah.
          İsmi sizde de bazı imgeler canlandırmıştır, kovulmuşların evi; dünya… Denemelerden oluşan kitap, ihtivası sebebi ile de güzel sentezlere sahip, çeşitli konularda yazılan denemeler oldukça özgün betimlemelerle okuyanının muhayyilesini dalgalandırıyor. Bir çok satırda kendinizi bulduğunuz, hatta bazen gözlerinizi yaşartan iç hesaplaşmalar mevcut, bir annenin oğluna düşkünlüğü, bir evladın annesine olan bağlılığı…Ficek evleri gibi bilinen ama hep daha çok merak edilen bir kitap. Her sayfadan sonra, bir sonraki derya ya dalmak için can atıyor insan.Bir solukta okuduğum, dinlendiren, hoş kitaplardan biri.

          Okumanızı ve satırların sizinle nasıl konuştuğunu fark etmenizi tavsiye ediyorum...



İyi Okumalar...
 
 
K.Saat

Boş Çaba!

19 Nisan 2010 Pazartesi


BOŞ ÇABA

Aşkı sözlere sığdırmaya çalışıyordum,
Kan revan içinde düğümlendi cümlelerim.
Meğer aşk semasına sükutla çıkılırmış
Aşk bir Hu ile ufacık gönüle doluşurmuş.

....

K.Saat


Çerağ

18 Nisan 2010 Pazar



ÇERAĞ
Bir çerağ uyandırmışsın sultan kasrının lale kokulu sokağında,
Döne döne ateşini savururmuşsun mor lale tutan dilberlerin eteğine...

Bakışım mahmurluktan değildi,şaşkınlığın dilimdeki sukuta duruşu,
Yüreği aşkın narıyla kavrulan külhan beyzadesinin nurdan ateşte yanışı...

Bir kor düştü matemle çevrili gönül sarayının tam ortasına...
Sen ehli imişsin ateşte,bense bir acemi külleri savuran fırtınada...

K.Saat


**Çerağ,kandil, Osmanlı'da sultanların dikkatini çekmek adına başta yakılan ateş, bu olaya çerağ uyandırma denmektedir.Şiir Osmanlıdaki çerağ uyandırmadan esinlenilerek yazılmıştır, alevilere özgü cem ayinindeki çerağla ilgisi bulunmamaktadır.

Sala

17 Nisan 2010 Cumartesi


SALA
Şimdi azapta gül, suskun tüm benliğim.
Duymadınız mı sukutla verildi salası ömrümün.

K.Saat


Dua

16 Nisan 2010 Cuma


Esselamüaleyküm, Cumamız Mübarek Olsun,
Dua ile taçlandıralım inşaAllah cumalarımızı...


DUA

Bir serendip sabahı aşka uyanmak,
Beşeri bir sevgi ile ilahi bir aşkın kapısını aralamak,
Gecesinin karanlığında Settar adına yanmak,
Ve doya doya ağlamak,çağlamak,yoluna bel bağlamak,
Aklımı başıma getiren bir silkiniş,
Umuduma can verecek küçük bir fısıldayış,
Şu suskunluğumu dağıtacak bir iç çekiş,
Esmanı nazar edecek bir görüş,
Almayan aklımı çatlatacak bir idrak ediş,
Kulaklarıma hu sesini dolduran bir duyuş,
Havvaca pişmanlığa diz çöküş,
Ademce bir dil döküş,
Şeytanı çıldırtan,acıtan bir affediş,
Filbahar ağacını çatlatan yeniden bir var ediş,
Yağan yağmurla tertemiz yeniden bir doğuş,
Huzurunda secdende, ruhum elinde, Rabbim Lütuf,
Kapına gelmiş aciz kulun sesine,
Bir Ey Kulum deyiş,
İstiyorum senden…

Amin.
 
K.Saat
 

Eski!

15 Nisan 2010 Perşembe


Ne çok eskimiz var!
Tarihi geçmiş ayrılıklar,
Vadesi dolmuş yalnızlıklar.
Eskiciye verilseler,
Eder mi bir ömür huzur kadar?


K.Saat


Mürai

14 Nisan 2010 Çarşamba


MÜRAİ
Düşümde bir divane gördüm,
Dört elinde riyakar kitaplar.
İki gözünde kanlı yaşlar.
Cihetimi yakan ateşten bir dil.
Sen kimsin diye sordum,
Görmezsen bilmezsin dedi.
Tanıdım dedim,
Sen O'sun.
Ellerime yalancı güller veren,
Kulağıma hoş sözler eden,
Ayaklarımı yerden kesen,
Sen O'sun,
Sen işte, Abide-i Mürai...

K.Saat



Desinler

12 Nisan 2010 Pazartesi


DESİNLER
Çöz diyorlar asrın düğümünü,
Bu gece son diyorlar.

Zaman aşk dedi,
Aş kendini diyorlar.

Visalsiz bir firakın ertesinde,
Hüzne hoş geldin diyorlar.

Bozulmaz mısın kader yazgım,
Susmaz mısın deli yüreğim,

Akmaz mısın gözyaşım,
Bakmaz mısın gözlerim.

Ezberlerimi bozmasam,
Aşkı, aşkın sahibine bıraksam...

Yüreğim yaralı ama ilaç beklemem,
Son demi hayatın bedel istemem.

Pervaneler gibi yakın durma,
Vuslat diyorlar yangınlara...

Sen iyisi mi sus yüreğim
Kapat kapını, çek gönül perdeni

Aşk onlara kalsın
Sen bir divanesin
Bırakta yalnızlık hep seninle kalsın.


K.Saat

Ö(z)lemezsin Bu Pişmanlıkla

11 Nisan 2010 Pazar


Ö(Z)LEMEZSİN BU PİŞMANLIKLA

          Telefonumun inleyen sesi uykumu bölüyor, gece yarısı olmalı… Gece yarısı telefonları ölüm haberi getirecekmiş gibi hep korkarım… Ne olduğunu anlayamadan ışığı açıp doğruluyorum…
          Tanımadığım bir yurtdışı numarası… Kuzenim olmalı, ama ne olabilir ki bu saatte diye telaşlanıyorum, içimi bir huzursuzluk kaplıyor. Telefonun sesini unutup,korkuyla telefonu açıyorum.”Efendim?”diyebiliyorum zorla,içime çöreklenen acının ağırlığıyla…
          “Neden varız ki?” Diye bir ses çınlıyor kulağımda… İrkilmeme yetiyor. Kaskatı kesiliyorum, beklemediğim sesle. ”Sen” diyebiliyorum sessizce, arayan O… Sanki kötü bir haber verecekmiş gibi ürperiyorum, oysa O’nu ne kadarda özlemişim.”O kadar kötüyüm ki, ilk aklıma sen geldin.” diye buruluyor sesi, çocukça bir nazla…”Yine eskisi gibi avutacaksın değil mi,hep beraber yürüyeceğiz diyebilecek misin her şeye rağmen, pişmanım desem, gülümser misin tüm huzur veren dinginliğinle? Biliyor musun ne kadar yalnızım burada! Kimse beni senin gibi anlamıyor, neden izin verdin ki aramıza mesafeler ekmeme, neden gitmene gerek yok demedin ve şimdi söyle bana neden bu kadar soruyla beni bir başıma bıraktın?” Nefes almadan sıralıyordu tüm cümlelerini, sesinin ağırlaşan griliğini hissedebiliyordum , birde ılık ılık kanayan kalbimin sancısını, sanki yanı başımda daima, hiç gitmemiş gibi, her an hıçkırıklara boğulacak gibi titriyor sesi ve gözlerinin o mercan yeşili, görmesem de eminim …


          “Ama” diyebiliyorum sadece, boğazımda düğümlenen pişmanlığın üzüntüsüyle. Düşünüyorum da, kaç ama sıralasam, diner yangının, yalnızlığın ve pişmanlığın… Aramıza hangi mesafeydi giren, senin katı duvarların mı, bana ısrarla söylediğin avuntularım mı? “Ama” diye yineliyorum sözümü, bu kez daha emin ve sitemkâr. Yeniden örüyorum duvarlarımı savaşa hazırlanan savaşçının çevikliğiyle, buz dağı gibi… “Sana gitmemen için günlerce dil döktüm, beni dinlemedin bile.” diyorum tüm nefesimi bu cümlede bitirmişçesine, sesim ister istemez biraz sert, birazda sitemkâr… O anda vücudumun külçe gibi yığıldığını hissediyorum, artık nefes alamıyorum. Bir anda sesi yükseliyor, “Seni neden aradığımı bilmiyor musun?” diye tüm hıncıyla haykırıyor tüm sitemini… Bu sefer diyorum, kıyameti gecenin, sırt dönüşü yüreğimin ve çığlığı işte yalnızlığa düşüşünün…
          Ayağa kalkıyorum yerimden hızla, dengemi kaybediyorum, tutunuyorum ve masamda duran resmimizle göz göze geliyorum… Tüm anılar geçiyor bir kumpanya gibi gözlerimin önünden, gözyaşlarım saldırıyor yine en zayıf yanımdan…”Biliyorum” diyebiliyorum suçunu anlayan çocukların dinginliğiyle.”Biliyorum…”

“O zaman dinle.” diyor, bayram sabahı neşesiyle, hafif bir öksürük takılıyor cümlenin giriftine “Aslında hiç gidemedim biliyor musun? Kendimle kavgamdan yoruldum ve artık ağır yaralarım var, dayanamadığım, sana yazılan onlarca özür mektuplarım bir türlü postalayamadığım, bu uçsuz bucaksız ülkede kimse yok yanımda senin varlığından başka anlıyor musun?, bir sen !… “ diye yutkunuyor. Zor olmalı diye düşünüyorum, seni görmek istemiyorum sözünden sonra zor olmalı… Paramparça şimdi bana karşı ördüğü duvarları.O’nu hiç bu kadar savunmasız görmemiştim.
          “Ya ben!” diye bağırıyorum tüm gücümle… “Gitmenden sonra hep aradım, her seferinde soğuk bir sesle kapattın kapıları. Şimdi bana yalnızlıktan bahsetme, yapamazsın diye kaç kez söyledim, yine döneceksin, çünkü sevildiğini hep bileceksin, ne zaman dönsen bu kapının sana açık olduğunu hep bileceksin…Tüm hoyratlığını okyanuslarda harcayıp, yorgun bir serçe gibi yine bu limana döneceksin.Bana yalnızlıktan bahsetme…Sen hiç yalnız kalmadın ki.” diye son nefesimi harcıyorum.Zamanın ağırlığı, gidişlerin sancısı çörekleniyor ilk gün ki gibi… Susuyor, sanki tüm gece susuyor… Hıçkırıklarını duyuyorum, hiç böyle olmamıştım, tüm katılığımla duvar gibi duruyorum, kalan olmanın verdiği acıyla yükseliyorum aşılması zor bir duvar gibi…

          “Olur ya gelebilirsen eğer kapım kilitli değil ama açabilir misin bilmem... Ben bana yettim bunca zaman, sen bana artık yetebilir misin bilmem… “ deyip susuyorum bir ölünün sessizliğiyle, aldırmıyorum onun da susuşuna, kapatıyorum telefonu ve hala açık duran kalbimin perdelerini… Gözyaşlarını ağırlıyorum bir gidenin çabuk dönmesini isteyen kalanlar gibi. Ağlıyorum ki çabuk dönsün… Ağlıyorum ki gelemeyecek biliyorum…Ağlıyorum ki pişman insanlar döndüklerinde her zaman açık kapılar bulamayacaklar, ağlıyorum ki gitmek kolay ama kalmak çok zor… Ağlıyorum ki kıymet bilmeyen insanlar kıyamete dek ağlayacaklar…


K. Saat


"Pişmanlığın kıyametine yazılmış bir yazı, dönmek isteyipte dönemeyenlerin öyküsü, döndüğünde açık kapı bulamayanların."
Pişmanlıklarımıza ram olmamak adına bir kez daha düşünelim diye...



Korku!

9 Nisan 2010 Cuma



Kimse aşktan ölmüyor,
Ölüyor ruhlar yalnızlıktan.

......

K.Saat


İnsan Denilir

8 Nisan 2010 Perşembe



İNSAN DENİLİR

Bu şehrin sokaklarında bir mecnun gezer,
Hangi zamanda doğduğu bilinmeyen,
Kimlerdensin sorusu hiç sorulmayan…

Bu şehrin sokaklarında bir Leyla yaşar,
Adı tarihten gelen,
Aşkı en mahrem haliyle yaşayan…

Bu şehrin sokaklarında bir şair yazar,
Alfabesi hüzün olan,
Kalem, kağıdına değdikçe yangınlar çıkaran…

Bu şehrin sokaklarında bir meczup görülür,
Aşkın sırrına erdiği unutulup,
Deli diye çocukça yaftalar vurulan…

Bu şehrin sokaklarında bir ama yolunu bulur,
Kimselere ihtiyaç duymadan,
Tüm gören gözlere inat, inancını rehber edinen…

Bu şehrin sokaklarında bir yalnızlık oturur,
Bahçesinde sarı güller olan,
Hüzünle yüz yüze bakan…

Bu şehrin sokaklarından sevgi taşınır,
Gözyaşları içinde isyana kul verilip,
Kalplerin en kuytu köşesine itilen…

Bu şehrin sokaklarında aşkın gözleri dağlanır,
Zalim eline emanet edilip,
Ayağına prangalar vurulan…

Bu şehrin sokaklarında bir güvercin vurulur,
Esaretten kurtuluşun yıl dönümlerinde,
Avaz avaz çığlıklar kopar ve özgür ölmüştür düşen…

Bu şehrin sokaklarında çocuk olunur,
Elinden pamuk şekerleri alınıp,
Ekmek teknesi tutuşturulan…

Bu şehrin sokaklarında bir anne öldürülür,
Evladına çağdaştır mührü vurulup,
Soğuk odalarda esaretin tespiti yaptırılan…

Bu şehrin sokaklarında bir baba gömülür,
Mezar taşına alın teriyle kazandı yazılıp,
Evlatları öldüğünü bile duymadı denilen ….

Bu şehrin sokaklarında bir insanlık öldürülür,
Faili meçhuller arasına karıştırılıp,
Unutulmuş coğrafyalara gömülen….

Hepsi bu şehrin sokaklarında görülür,
Yeni bir kimlik beyanı talep edilir,
Ve hepsine birden insan denilir….

K.Saat



Mor Koyun

7 Nisan 2010 Çarşamba


MOR KOYUN

Sosyal hayatın sıradan akışı içerisinde insanları farklı kılmak adına dayatılan düşünceler yumağı ile sarılmış haldeyiz. Örümcek ağı gibi saran bu tuzak, küçük sinekleri ağına hapsederken, büyük sinekler kıl payı kurtuluyor bu yavaş yavaş gerçekleşen ölümden.

Küçük insanların,büyük gölgeler oluşturmak adına kapıldıkları tuzaklardan bir tanesi “marjinallik”, bu kelimeyi ne zaman duysam farklı olmak adına insan görünümünden uzaklaşma çabasına girmiş insanlar geliyor aklıma, fazla mı sığ düşünüyorum bilmiyorum ama marjinalliğin günümüzde mor koyundan farksız olmadığına gözlerim aşina oldu.Aklım bunu kabul ediyor diyemiyorum çünkü fikri marjinallikten ziyade şeklen marjinalliği benimsemiş vaziyetteyiz.Marjinal bir çizgisi var, oldukça marjinal bir yazar, marjinal bir sanatçı, marjinal insan… Hepsinde aynı kuru gürültü, tuhaf makyajları,ilginç saç kesimleri,saç renkleri, kıyafet denemeyecek kadar marjinal kıyafetleri, tuhaf takıları ile bizden olamayacak kadar marjinaller.

Benim derdim aslında marjinal Müslümanlarla… İnsan olmaktan ne gibi bir zarar gördünüz de kurta yem olma pahasına marjinal taklalar atıyorsunuz. Derdiniz farklı olup kutsanmak mı? Oysa farklı olanı kutsamak değil niyet, önce marjinal alkışlar yağar devasa gölgenize, sonra o devasa gölgenizde insanlığınızı boğarlar ve ruhunuz duymaz, yittiğinizi sürüye karışınca anlarsınız… Ayrılmak adına bin çile çektiğiniz, marjinal etiketine engel teşkil eden sürüden….

Koyun sürüleri… Vicdanımda çınlıyor, ümmetim denilen sürünün marjinallik kavgası.Bizden değildi sürüden ayrılan koyun,başına buyruk…Doğu kültüründe koyunun derviş bir kimliği vardı, sakin, huzurlu…Şimdilerde herkes koyun olmaktan şikayetçi,sürüden ayrılma derdinde,çünkü o küçük bir ilah,yönetilmemeli,bu dört nala koşan nefsi kimse dizginlememeli. Oysa çoban hikayemiz vardı bizim,tuz yalamış koyun sürüsünü su içmeden dereden geçiren, nefsi terbiye bilirdi koyunun ve bu sebeple kutsaldı.

Ümmetin bir tanımı vardı, herkes O’nun ümmeti olmak için o kalıba dökmek isterdi benliğini, kalıplar mı genişledi, yoksa insanlığımız mı buharlaşan. Hakikat ümmete tabi olmak değil miydi? Hep aynı çizgide, Kur’an ve sünnet ile çizilmiş. Bize yanlış mı öğretilmiş İbrahim’in mezhebinden olduğumuz, aynı sürünün melekleri olmak için gelmedik mi yoksa biz dünyaya… Nedir ki sizin bu sürü korkunuz, hepiniz aynı kabusa mı uyandınız, hepinize aynı şeytan mı yaverlik ediyor.

Mor koyun şamatasından farksız değil bu anlamsız karnaval,uyan, etrafında kurtların dans ettiği. Ne kadar inkara yeltensen de sen bir koyunsun ve ne renge boyanırsan boyan, meleklerin gözyaşları ile yıkanacaksın.Öz benliğinle iç içe, inkarın kıyılarında çocuk oyunları oynayan bir cahil olmaktan kaçamayacaksın. Bil ki cahil cesaretinin bedeli ağır, artık dikkat kesil…

Dahil olduğum sürüden korkmadım hiç, özümle barışık olmaktan, O’nun ümmetinden olanlarla aynı renge bürünmekten memnunum, bizler cennete hep birlikte talibiz, çünkü "Ümmeti ümmeti" diyen bir peygamberin ümmetiyiz, O’nun yolunda, O’nun kalıplarında sizlere inat ısrarla sürü olmaya talibiz.

K.Saat



Suskun

6 Nisan 2010 Salı


Suskun diyor ya insanlar sana,
Duyan olur mu sanki kaf dağından bakınca…

K.Saat







Üzgünüm


Ne kadar demokratik bir söylem sadece "ÜZGÜNÜM" demek,
Kendine nedamet atfederken,karşıdakine teselli lütfetmek,
Ne kadar demokratik!..
Üzgünüm BENDE!..
Üzgünüm mutlak bir monarşiyi benimsediğime.

K.Saat






Yakalandım Kabusların Sesine

3 Nisan 2010 Cumartesi



YAKALANDIM KABUSLARIN SESİNE
Uykuları kaçmış bin azapla sineden kopup gelen cümlelerimin,
Sallasam noktamın gölgesinde, yatırsam koynuna düş beşiklerimin.
Masallar anlatmaya kalmasam, yalan işitmese önünde gözlerimin.
Dindirir mi doğmak bilmeyen arsız hecelerimin mola sancılarını.

Tarifi olmaz sancıların, içimdeki yanardağın sönemeyen korlarının.
Yalancı Leyla üflesin uçuşan küllere, gölgesi düşsün şehrin semasının.
Korkusu yenilsin mesela aydınlıkla, hiç susamayan kalp çarpıntısının.
Dindirir mi aşka düşerse diyip, gölgeme saklanan benliğimin korkusunu.

Gözyaşımla çamura bulanmaz ya en kuytusu ruhumun derinliklerinin.
Gözlerimde yüzdürsem, malum bir gemi , dolu olduğu sitemlerimin.
Beyaz bir bayrak çeksem direğe, hedef olmasam sözüne, dost yüreklerinin.
Dindirir mi hüzne müptela kalbimin limanına demirleyen kırgınlığını.

Kabuslarıma yakalanırım ama böyle , haylaz bir çocuğun gülümsemesiyle.
Cümlelerimi uyuturum yine, bölünmesin suskunluğumun nefesiyle.
Korksam da, kalbime bir asma kilit, çatlasa da ruhum aşkın sesiyle.
Sitemlerime sonsuz bir sus payı, toprağın beni çağıran büyüsüyle.

Dinmesin, dilime dolanıp, kalbime ayak bağı sancılarımın bozuk notası.
Dinmesin, uykularıma musallat olan kabuslarımın zalim iç sesi.
Dinmesin, anlaşılamayan hastalıklı bir kalbin uğuldayan gıcırdaması.
Dinmese de şu ızdırabım, geceye sözüm var, bitecek yıldızların ağlaması.

K.Saat
 
 

 

2009 ·Ruz-i Ceza by Keziban Saat, Free Blogger Templates