...Hazan Makamı...

...Hazan Makamı...
Şüphesiz şiirin bir kısmında hikmet vardır.

...Fikir Sancısı...

...Fikir Sancısı...
Duyun bir yerlerde biri sözlerle vurulmuş.

...Tavan Arası...

...Tavan Arası...
Yolu Dünyadan Geçen Her Kelimenin Mekanı.

...Kitaba Dair...

...Kitaba Dair...
Okumalarımdan Arda Kalan ve Kitaplara Dair Her Şey.

Çarpışan Sesler

29 Nisan 2011 Cuma


ÇARPIŞAN SESLER  [OTEL GÖREN DEFTERLER 1] / NURİ PAKDİL

Kitabın adını okuduğumda “Çarpışan Sesler” bir adım atmak istedim karmaşanın ortasına, sözün hikmetine  olan inancım Nuri Pakdil imzasıyla birleşince farklı bir boyuta taşındı.
Gürültünün ortasında, bir otel odasında kaleme alınan cümleler tıpkı kitabın isminde olduğu gibi derin bir etki oluşturuyor.Yazarın gözlemlerini yorumlaması, zihni zorluyor..
“Küçük büyük her direniş bir önsöz ister..” diyen yazar düşüncesinin önsözünü ilk kitabında okuyucuya aktarmaya çalışmış..  Kitabı anlatmak benim için oldukça zor o sebeple altını çizdiğim cümleleri aktarmayı seçtim..
“Çok vefalı bir dostun elini tutarcasına,sağ elimi,sol elimin üstüne getirdim.”
“Büyük sıkıştırılmışlıklarda insan her şeyi derinlemesine gözden geçirmek ister.Gücü de sanırım buradadır insanın,tekilliğini yoğunlaştırabilme eyleminde, durup durup tartıya vurabilmesinde kendi kendini..”
“İnsanın alınyazısı yoksulluk değildir..”
“Üç noktadan önce,sözcük dönüşmesi başlayacaktı ki,konulacak iki nokta üst üste kulağını büktü kağıda yaklaşan ilk sözcüğün:çöktü yere adeta:sözcük kadar acısını içine gömen canlı azdır.Bu cümle hiçbir harfi yere düşmeden,söylenebilmeliydi”
“Gündüz de öğretir tabiî de,gecenin konuları işleyişi farklı:sabır:öğretilmesi ve öğrenilmesi en zor derstir.Kuşkusuz fark atıyor gece,öğretmenlikte gündüze..”
“Aşka azmettirici çiçekleri başını çeker gül: güle güle güle bakılmazsa gözleri kan çanağına döner yaprakların..”
“Her mütevazi adım da,adım gibi bilirim ki,dik bakıştır..”
“Her aklımıza geldiğinde sabah olmaz..”
“Bin kayığı kıyıya çekmeden de bakmayacağız değil mi gemilere?”
“İnsanın,kimi sabahları,kendi kendini bir yerlerden teslim alıyormuşçasına gözlerini açtığı da oluyor;bir tür kur-tak töreni; yeniden yeniden alışışı,kendi kendini yüklenişine; teslim alan da sizsiniz, kendinizi teslim ettiğiniz de”
Sesleri yakalamanın adıdır yazmak, yakalandınız mı sözün özüne.. (:

K.Saat

Meczublar

MECZUBLAR / MUSTAFA ÖZDAMAR


Cezbe adı üstüne,çekme,cezbetme anlamına geliyor.Meczub da,çekilen,cezb edilen,eclb edilen demek oluyor.

Yüce Allah, bazı kullarını,rahmaniyyeti harmanlarında evirip çevirerek,savurup kavurarak kendisine öyle bir çeker ki.Bu çekme ve çekilme anında öyle şeyler zuhur eder ki akıl sır ermez ona.

Hani sokaklarda gördüğümüz garip hallerine anlam veremediğimiz, bazen gülüp geçtiğimiz bu insanların deliliğinin veliliğine perde mi yoksa akıl noksandan hallerinin insaniyetine perde mi olduğunu bilemeyiz.

İşte bu insanların akıl sır ermez hallerine, her birinin ahvaline Tevfik Ceyhan Dede’den,Kemaliyeli Seyyid-i Kübra’ya ,Yalvaçlı Deli Vasfi’den Behlül Dana’ya kadar daha nicelerinin hallerini anlatan yazar akıl sır ermez hallerini aktarmaya çalışmış..


Bizim Firavun

BİZİM FİRAVUN / DR.REŞİT HAYLAMAZ


Firavun,krallık veya sultanlığı ifade eden bir kelime olmasına rağmen zulümle o kadar bütünleşmiştir ki zikri geçtiğinde akla Mısır’a hükmeden krallardan ziyade zulüm ve tiranlık gelmektedir.Hatta denilebilir ki bu kelime artık zulmü ifade adına milletlerin ortak kullandığı bir sözcük haline gelmiştir.
Her ümmetin bir firavunu vardır ve tarih içinde pek çok örneği bulunan firavunlardan Efendimiz (sav)’in payına düşeni Ebu Cehil olmuştur.O adeta kendisinden önceki firavunların mini bir prototipi gibidir.
Ebu Cehil,ilk olmadığı gibi son da değildir,o,dün olduğu gibi bugün de vardır ve yarınları yaşayanlar da maalesef bu tiran örnekleriyle karşılaşacaklardır.
Bizim Firavun.Ebu Cehil portresi sunmaya matuf bir çalışma,onun “numara” ve “drop”unu ortaya koyup elbisesinin ölçülerini verme istikametinde bir adım.Farkı,onu tarihte kalmış bir kimlik olarak görme yerine bugün ve yarınlarda ortaya çıkmış ve çıkacak firavunları teşhis etme de elimize ipuçları veriyor olması.Bir diğer ifadeyle kıtalar arası faaliyetlerinde Ebu Cehil’i yakalayıp günümüz insanına tanıtma hedefi taşıması.

Arka kapaktan..

Kitabı okudukça güncel hayattan yansımalar bulacağınıza eminim,çığırtkanlıkların, hırsın ve zulmün hala içimizde nasıl salındığına yeniden şahit olacağınızı düşünüyorum.

Okunulası bir eserdi..


Kul Peygamber

22 Nisan 2011 Cuma


KUL PEYGAMBER / MUSTAFA KARATAŞ

Meliklik ve kulluk arasındaki seçimi sorulduğunda kulluk diyen bir peygamber, dünya servetinin ayakları altına serilecek peygamberin kulluğu seçişi, Ebu Cehillerin, iste sultanlık verelim, iste mal mülk verelim, iste şeref verelim önerilerine sükut edecek kadar müstesna..

Taifte zülme uğrayıp, İsrafil’in iste şu dağı başlarına geçireyim demesine rağmen belki onların soyundan gelecek Müslümanların olacağını düşünerek merhamet eden bir kullun duaya sığınışı..“Ya Rabbi! Gücümün zayıflığını sana arz ediyorum.Takatim azaldı.İnsanlara gücüm yetmiyor.Sen merhametlilerin en merhametlisisin.Sen benden razı olduktan sonra onların yaptıklarına aldırmıyorum.Onların zulmünden senin karanlıkları aydınlatan nuruna sığınıyorum.Senin gazabından kızgınlığından ahiret salahına ve senin rızana sığınırım.” diyerek acizliği kabul eden bir peygamber..

İnsanların kavgalarının gürültüsünün dünyaya zulmettiği bir çağ da sükuneti,merhameti yeryüzüne hakim kılma çabasında bir kul.. Tüm gelmiş geçmiş günahları affedildiği halde secdede geçen bir ömür.Onun güzelliğine nazaran sözlerin aciz kaldığı günümüz dünyasında onun dünyasına eğilmeya çalışan yazar kulluğun zirvesindeki bir peygamberin kulluğunu gözler önüne seriyor, okunulası lakin ibret alınası bir eser..


K.Saat


Dağın Ardına Bakmak

DAĞIN ARDINA BAKMAK / BEJAN MATUR
Bu kitabı okumak benim için bir yüzleşme gibiydi, belki de o sebeple hem okumayı çok arzu ettim hem de bir o kadar çekindim,zira yazar empati yapmamız adına bu kitabı kaleme almıştı ve ben dağın ardındakilere hak vermekten çekindim.Dağın ardındaki insanlar benim için nefret nazarıma muhatap olabilecek insanlardı sadece ,empati yapılacak bir yan yoktu ve suçlu idiler binlerce masumu katlettikleri için.Kitabı okuduğumda dağın ardındakileri temize çıkarmadı yine de ,katil her şartta sebebi ne olursa olsun katildi.

Düşünmeye sevk eden ise bu insanların yaşam nehrini n tersine akmasını sağlayan sistematik zulümdü. Toplumsal mekanizmalar toplumu şekillendirirken insanın insan olduğunu unutuyor diye düşündüm ben de. Kürtçeden başka bir dil bilmeyen annesi ile konuşurken kaldığı devlet yurdunda telefon konuşması kesilen ve annesi ile arasına kuralların girdiği bir sistematiği insanlık adına vicdanım asla kabul etmedi, kendi annemi düşündüm ve konuşamadığım her zaman diliminde nasıl bir nefretle dolabileceğimi tasavvur ettim.Belki de bu nefretti Rewan’ın soğuktan donan el ve ayak parmaklarının arkadaşı tarafından kesilerek bir zeytinyağı kutusuna  doldurulmasını soğuk kanlılıkla izleyebilmesini sağlayan.Düşündüm de insaniyetten uzak her yaklaşım, dilinin ve dininin, renginin ne olduğunu düşünmeksizin insana zulümden başka bir şey değildi.

Bedel ödemek kavramı etrafında dönüp duran bir “hareketi”n  neyin bedelini ödediğini  anlamakta zorlandım, zira yaşam hakkı insanlara Allah tarafından bahşedilmişti. Kim neyin yaşam hakkını insanlardan almak adına dağın ardına sığınıyordu.

Sorguladığım kendi vicdanım oldu, merhametten nasibini almamış her tutumun farkında olmadan kimleri uçurumun kenarında beklemeye sevk ettiğini düşündüm.Sonra zulme uğrayan insanların zulmederek nasıl mazlum sıfatından zulmeden sıfatına muhatap kılındığına dikkat kesildim.Hz.Ali’nin ”İyi ki zulmedenlerden olmadım.”  sözünün ehemmiyetini bir kez daha kavramış oldum ve birbirini anlayamayan insanların arasındaki uçurumlara nefret ve şiddet doldurulduğuna karar verdim.

Ve şimdi ben anlamaya niyet ettim, düşünemediğim,konuşamadığım ve engellendiğim her olayın bende ne denli büyük fırtınalara sebebiyet verdiğini düşündüm.Bunun için anlamaya,dinlemeye niyet ettim, iyi niyetimin bir çok kez yanlış anlaşıldığını ve beslenen nefretten dolayı yadırgandığım ve bir türlü kabul görmediğim zamanlarımda oldu.Kırılmadım çünkü biliyorum dinlemedi,çünkü biliyorum anlamadı ve kırılmadıklarını arzu ediyorum zira dinlemedim zira anlamadım.

Bizi birleştiren unsur insan oluşumuz, ağlayabiliyor oluşumuz ve tüm katılığımıza rağmen merhametle kuşatılmış oluşumuz.Bizleri bu ayrılığa getiren nasıl insanlıktan uzak kalışımızsa, bizleri birleştirecek olan da yine insan safında en ön sırada duruşumuz olacağına inanıyorum.Nefret ekilen hiçbir yolun muzaffer olamayacağını bilmek için henüz geç değil o sebeple nefret nazarlarımızı kaldırıp merhamet nazarıyla bakılmasını arzu ediyorum.Anlayıştan uzak,insanlıktan uzak her tutum için Rabbim bizleri affetsin..Amin.

K.Saat


Peygamberin Beden Dili


PEYGAMBERİN BEDEN DİLİ/ MUSTAFA KARATAŞ

İletişim teknikleri birçoğunuzun dikkatini çekmiş ve beşeri bir istekle insanları ikna etmekten başlayıp insanları diz çöktürmeye kadar varan ve göz boyayan kişisel gelişim(ahlaki gerileyiş) kitapları ile mutlaka yolunuz kesişmiştir.Anlamak anlaşılmak hepimiz için büyük bir problem,bir çok kez kimse beni anlamıyor yakınmalarım oldu ama ya anlatamıyorsam.. :)

Dünya üzerinde birbirimizi anlayıp bir düzen içinde yaşayalım diye insanlar kabileler halinde,farklı ırklarda ve renklerde, farklı dillerle halk edilmiş.Bunun için rol model aldığımız insanlar olmuş olabilir,hatipliğinden etkilendiğimiz,tavrına hayran kaldığımız insanlar mutlaka vardır.Fakat şüphesiz Hz.Muhammed (sav) yaratılmış en güzel insandır, onun hali,konuşması,kızması,sevinme

si kısacası her hali de şüphesiz ayrı bir güzellikte terennüm etmiştir.Mustafa Karataş kitabında onun her halini örneklerle okuyucuya aktarmaya çalışmış, ashabı öfkelendiğinde iki kaşının ortasında kendini belli eden damarından kızgınlığını, mübarek yüzünü çevirdiğinde hoşlanmadığı bir şey ile karşılaştığını, ellerini açarak konuşmasından hayretini hemen anlarmış.Mübarek çehresine çok yakışan tebessümü ile her zaman ashabına tebessüm ettiğini,insanlarla onları kırmadan incitmeden konuştuğunu ikaz ederken bile ne denli zarif olduğunu görmek mümkün.

“Müminler tıpkı bir bina gibidir.Birbirlerine destek olur ve ayakta tutarlar” sözünü söylerken iki eli ile parmaklarını birbirine kenetleyerek birlik ve beraberliği çok güzel bir şekilde anlatmıştır.Takva işte buradadır diyerek kalbini işaret etmesi,Muaz ibnu Cebel’e tavsiyede bulunurken dilini eliyle tutarak “İşte bunu muhafaza et” demesi onun ellerini etkili bir şekilde kullandığının göstergesi.

Konuşma yapacağı zaman yüksek bir yere çıkmış, kimi zaman bir hurma kütüğü,kimi zaman yüksek bir kaya kimi zaman da devenin üzerinde muhataplarına seslenmiştir.(veda hutbesinde devenin üzerinde konuşmuştur.) Kader bahsi gibi ehemmiyetli konularda şekil çizmek suretiyle anlatımını güçlendirmiştir.

Efendimiz (sav) şüphesiz yaratılmışların en güzelidir ve şüphesiz O’nun hareketleri de güzeldir.Bunun için O’nun beden dilini nasıl kullandığını öğrenmek O’nun yaklaşımını örnek almak adına Peygamberin Beden Dili kitabından faydalanabilirsiz.Biraz akademik bir yaklaşımla Peygamber Efendimiz (sav)’in beden dili çok güzel bir şekilde anlatılmış.İmrenerek okuyacağınızı düşünüyorum. (:


K.Saat








Yürüyelim Seninle İstanbul'da

12 Nisan 2011 Salı




YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBUL'DA

Kırmızıyı sevdiğini bilseydim 
hayallerim kıpkırmızı olurdu 

İstanbul hala güneşin ardında 
ufuklarında birkaç kara leke 
birkaç kan pıhtısı dudaklarında 
İstanbul hala sevimli mi sevimli 
ve hala bir tomucuk tadında 
yürüyelim seninle İstanbul'da 

korkusuz bir rüyadır 
bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da 
birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü 
yenilgisiz bir muamma gibidir 
arar bulusmayan ellerimizi 
deli rüzgar yine sarhoş, hovarda 

tam orada, Çamlıca yokuşunda 
birkaç bulut çekelim gökyüzünden 
damarlarımızdan geçirelim ve birden 
bırakalım suların üzerine 
sen bir defa konuş, sen bir defa gül 
kumlu ebrular yapalım seninle 
serpmeli ebrular, bülbülyuvası 
hercaimenekşe, gonca ve sümbül 

yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında 
yürüyelim seninle İstanbul'da 
boğaziçi magrur türkülerini 
gözlerine baka baka söyleyin 
martılar üşüyünce 
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi 

anlayabilir misin 
neden çıban gibi büyür bağrımda 
büyürde kelebek olur bu sızı 
kırmızıyı sevdiğini söyledin 
bu yüzden mi günlerdir 
İstanbul'da gül kokusu yayılan 
tepeler kırmızı, sular kırmızı 

İstanbul bilmeli ki, sahillerine 
mehtabı taşıyan senin bakışlarındır 
İstanbul bilmeliki, limanlardan gemiler 
önce senin yüreğine açılır 
uzaklarda bir yerde 
toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın 
parmaklarında hüzün 
sana doğru akan nehrin 
ağlayan suretidir 

bir elimizde umut 
bir elimizde sevda 
yürüyelim seninle İstanbul'da 
musiki kesilsin, tükensin yazı 
çaresiz kalınca mızrap ve şiir 
ozan bir kenara bıraksın sazı 
ressam fırçasına neden mi kızgın 
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı 
kırmızıyı sevdiğini bilince 
çekilir mi artık güllerin nazı 

Anadolukavağı'nda her akşam 
burcu burcu bir rüyadır hayalin 
karanlık, hüznünü düşürür dağa 
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar 
endamın her sabah iner toprağa 

hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz 
ayrılık acıyla süzülür kandan 
nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda 
dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler 
öylesine yorgun, mahzun ve candan 

İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda 
uykusundan uyanınca fırtına 
dalgalar türkümüze aşina olur 
yüzümüze bakınca deniz fenerleri 
sahibini arayan gemilerin 
çığlığıyla vurulur 

tarih heyelandır hainlerin ardında 
İstanbul tarihin soylu anası 
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız 
sevdayı kız kulesi'nden 
yalıların burukluğu altında 
geçiyoruz sokaklardan delice 

anlayabilir misin 
beyoğlu'nda gezinen 
hayal kırıklığının benden türediğini 
anlayabilir misin 
kırmızı neden böyle 
doldurur aynalara inleyen yüreğimi 

sana giden yolların kavşağında 
bir adam direniyor izini bulmak için 
siliyor tanyerine akan alın terini 
ufkunda sapsarı umudun rengi 
mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah 
arıyor sessizce kaybolan günlerini 

Gülhane'de simit satan çocuklar 
nasıl anlasınlar ellerimizin 
neden böyle çekingen olduğunu 
Ayasofya önünde tramvay bekleyenler 
gökyüzüne dokunurken bu acı 
kimdir diye sorsunlar içlerinden 
birlikte yürüyen iki yabancı 

biz gitsek de, İstanbul'da yine de 
yıllar yılı gezinmeli bu sızı 
benden bir yaralı şiir kalmalı 
senden bir tebessüm, bir de kırmızı



Nurullah Genç




Nisan Yağmuru

8 Nisan 2011 Cuma



NİSAN YAĞMURU
“Şerefü’l mekan bi’l mekin.” *

Serin rüzgârlar esiyor insanı kendine getiren, acıyı tüm zehriyle içime dolduran. Uzaklaştığım kıyıların yakınlarından geçiyor gemilerim, ne çok yol almışım, ne kadar yabancılaşmışım, meğer ne uzağa düşmüşüm. Hiçbir çaba yakınlaştırmıyor, hiçbir akıntı o kıyılara savurmuyor. Rüzgârda artık benden yana, uzaklaştıkça uzaklaştırıyor. Hatıralarım yanı başımda yine de uzakta işte sevdiklerim, ruhumdan çok uzakta...

 Bazen bir nota ilişiyor gözüm, bazen bir kitabın satırında takılı kalıyor aklım, yetim kalan bir şarkının tınısı sokuluyor yamaçlarıma, buğulanıyor camlar, isimlerini yazsam diyorum gözbebeklerime. Her rüzgâr, her gece, her gündüz hatırlatmasa, camlarda kalsa adları da ruhuma yaklaşmasa, dingin şimdi sular, taşlar düşürmeseler sığ sularıma, dalgası büyük oluyor, atlatması buhranlı, soluk satırlar kalıyor geride bir de sesli sessiz, belli belirsiz ahlar...

                Dünyaya sığmaz oldu içime, hep içime, sineye çektiklerim. Düştü çiçekler döküldü yapraklarım, yıkılır sandım dünyalar, dar gelir bu gök kubbe, sandım ki karanlık gelir artık baktığım her göz, duyduğum her söz çarpar duvarlara, yerle bir olur. Sanırdım ki ben yalnızlık kalesinin sessiz bekçisi... Sanırdım ki söylenir, sanırdım ki yazılır..

                Yorgun bir şehir, gecenin gölgesinde küf kokuyor sığındığım liman, yanaşmasın  gemiler, dört tarafım dalgakıran. Kaçıyorum şimdi samimiyetsiz seslerden, kaçıyorum nasılsın cümlesine çöreklenen ihanetlerden.Kalbe uğrasa söz, bilirim uğrar benim de kalbime, dilinden zehir gibi akıp geçse de vefa, gözümden dökülür adın.Yine de sen üzülme sakın,bu kez bildiğin dilden ağlamayacağım.. Ben yine bilinmeyen zamanlarda, bilinmeyen hikâyeler yazmaktan usanmayacağım.

K.Saat


*Bir makamın şerefi,orada oturandan gelir, o kişinin güzelliği o mekana şeref verir.



Eksik Şiir

5 Nisan 2011 Salı


EKSİK ŞİİR

Kırıldım biraz,
Sır tutmaz şimdi,
Seni sorduğum aynalar.
Hangi yana dönsem susuşun karşılar,
Gözlerinde gördüğüm hayalim de yalan.

Kırıldım biraz,
Anıları yakarken,
Eski bir şarkı fonda çalan.
"Tam mutlu oldum derken,yıktın bütün dünyamı.."
Ağırlaşan hüzün ve o masum cümle kalbimden uzaklaşan.

Kırıldım biraz,
Güneşin kızgınlığı değil,
Ayın soğukluğu pencereme her gece dadanan.
Eksik bir şiirin kaygısıyla şairini bekliyorum son kıtanın,
Cümlem kalırsa yarım,yarının sevdalarına bilin ki ben dargınım.

....

K.Saat


 

 

2009 ·Ruz-i Ceza by Keziban Saat, Free Blogger Templates