...Hazan Makamı...

...Hazan Makamı...
Şüphesiz şiirin bir kısmında hikmet vardır.

...Fikir Sancısı...

...Fikir Sancısı...
Duyun bir yerlerde biri sözlerle vurulmuş.

...Tavan Arası...

...Tavan Arası...
Yolu Dünyadan Geçen Her Kelimenin Mekanı.

...Kitaba Dair...

...Kitaba Dair...
Okumalarımdan Arda Kalan ve Kitaplara Dair Her Şey.

Adres

29 Eylül 2010 Çarşamba


ADRES

Kuru gürültünün adresini sorsalardı,
Düşünmekten bihaber beyinleri gösterirdim,
Zira inananlar kalpleri ile düşünür,
Kalpleri ile sükut ederlerdi...

K.Saat



Edeb

28 Eylül 2010 Salı



EDEB

Küfrün saltanatını kurmuş insan zümresi,
Söz işitemez kibrin gölgesindeki şahanesi.
İmanın alır satar olmuşlar din kardeşinin,
Secdeye koyacak yüzü var mı kepazenin!

K.Saat

Hazan Düşü

27 Eylül 2010 Pazartesi


HAZAN DÜŞÜ

İlla gerek mi ahvalimi sualine tarif,
Uykusundan uyanan bahar gibiyim.

Hazanda bahar düşü deme, ne gerek,
Hayırlı bir rüyaya doğmuş gibiyim.

Gözbebeğindeki yaşta hikmet ne ola,
Uçsuz bucaksız çölde vaha gibiyim.

Koşuşup duran şu sevince ne demeli,
Azad edilen beyaz güvercin gibiyim.

Bin düşün bir konuş, bu yolu nasıl geçmeli,
Hakkın rızasında bir divane ermiş gibiyim.

K.Saat


Sözün Yalancısı



SÖZÜN YALANCISI

Ben bu kelimelerin yalancısıyım,
Bilmem kaç yangın bir huzur eder.
Uykuları bölen hüzün nerden eser.
Göz yaşıma bedel ödeyebilecek mi var!

Ben bu cümlelerin yalancısıyım,
Bilmem insanlık kaç kuruş eder.
Barış kaç amansız şiire bedel,
Özgürlük illa musalla taşında mı var!

Ben bu satırların yalancısıyım,
Bilmem saraylıların eğlencesini.
Dokunmayın şarkıma şiirime,
Bugünün dünden alacağı var!

Ben şu şairlerin yalancısıyım,
Bilmem kelimelerin hikmetini.
Anlatamam sükutun marifetini,
Lakin sözsüz şiirler yazasım var!

K.Saat









Mesela

24 Eylül 2010 Cuma


MESELA

Bu şehri bazen susturmalı,
Tarafsız bir sabah neşesiyle...
Hayra yormalı artık,
Mesela eylül düşlerini,
Çatlayan toprağı,
Kayan yıldızı,
Kırılan bir kalbi mesela...

Bu şehri soluksuz okumalı,
Yeni çatlamış bir tohum ibretiyle...
Sökmeli bilmediğin bu alfabeyi,
Göklerin azim ezberini,
Yerin rahim duasını,
Bir bebeğin anne sevdasını,
Aşkın amentüsünü mesela...

Bu şehrin çarklarını durdurmalı,
Gıcırdayan bir kapı iniltisiyle...
Seküler çarklara hidayet,
Köhnemiş fikirlere aydınlık,
Umutsuz nazarlara, idrak,
Öfkeli yüreklere,merhamet,
Gönül hengamelerine sevgi mesela...

Bu şehri daim dinlemeli,
Kulak gerçeği anlarsa şayet gözdür.*
Duymalı görünmeyenleri ve bilmeli,
Bir gözyaşının yol türküsünü,
Güneşin doğum sancısını,
Bir karıncanın ayak sesini,
Kalp kırıldığında çıkan sesi mesela...

K.Saat


Dipnot: *İhsan Oktay Anar



İstek

21 Eylül 2010 Salı



İSTEK

Kırılıp küsmeden bir şiir yazsam,
Mavinin okyanusunda kaybolsam...

Her yaşanmışta masalcıya kızsam,
Uyuyup uyandığımda unutmuş olsam....

Gecede kimsenin bilmediği bir yıldız olsam,
Fırtınada başımı eğmeden ayakta kalsam...


Bir martı olsam çığlık çığlığa,
Sevdalara dalıp dalıp çıksam....


Yağmur sonrası sevdaları olsam,
Buram buram özüm dolsam....


Kelam olsam lal olmuş dillere,
Söylenmemişleri, yaşanmamışları oynasam....


Hüzünleri kovan bahar çiçeği olsam,
Umutları doldurup yüreklere gözde ışıldayan ben olsam....


Ben şair olsam kayıp şehirlerinde,
Söyleyemediğin tüm cümlelerine tercüman olsam....


Aslında ben içindeki sen olsamda,
Ne senlik , ne de benlik kavgasında yaralansam.....

K.Saat







Hayırlı Bayramlar

10 Eylül 2010 Cuma


Bülbülüm şâd, güllerin ikramı ikram üstüne,
Haneniz görsün yine bayramı bayram üstüne.
<İskender Pala>

Hayırlı Bayramlar Dilerim Tüm Dostlara...
Bayramınız Bayram Olsun İnşaAllah,
Sevdiklerinizle birlikte...



Telli Turna / Efsane

2 Eylül 2010 Perşembe

EFSANE / TELLİ TURNA

Efsane de olsa bütün aşklar gibi başladı hikâye. Onun da başlangıcı ve büyümesi vardı. Sadece bitişi bir efsane doğuracak kadar başkaydı.
Önce bütün aşklara benzer bir aşkla sevdiler birbirlerini. Sonra, kentin tarihçesinde benzeri görülmemiş bir düğünün gecesinde, arada aşk olan bütün damatlar ve gelinler kadar yalnız kaldılar.

Gelinin saçlarının üzerine gümüş teller takılıydı. Damadın ise sırtında parlak ve sırmalı bir cepken, başında süslü bir başlık vardı. Bir hayli yakışıklı, bir o kadar nazlıydı. Güzelliği görünsün bilinsin istedi. Gelininin aynasında görüntü vermek istedi. Kentin en usta kuyumcularına yaptırdığı su parıltısı bir gerdanlığı takktı gelinin boynuna. Sana senin değerin kadar yüz görümlülüğü takacak varlığım yok benim, dedi. De bana, dileseydin benden ne dilerdin? Telli gelin, boynunda kendisine helâl olanın armağan ettiği gerdanlığın ürpertisi, ben kadınım dedi, sana ömrüm boyunca tek eş olmak isterdim. Kalbinde tek başıma hüküm sürmek isterdim. Başka da bir şey istemezdim.

Süslü elbiseleri olan yakışıklı ve nazlı damat, işte dedi, şu boynunda takılı duran gerdanlık, şu gece, ve şu duvarlar tanık olsun ki : Söz olsun!

Geleceğe dair sonsuz teminat taşıyan ve kendine birden fazla tanık tutulmuş olan sözün gücüyle öyle bir gece indi ki yakışıklı damadın koynunda uyuyan gelinin üzerine sanki ay doğdu hanesine.

Fakat sözün mukaddesliği söylediği ile sınırlı mı? Zaten hangi sözün menzile ulaştırdığı, taşıması için sırtına yüklenen manaymış ki?

Zaman gelici ve geçiciydi. Dilin kemiği gibi söz söyleyicinin de sözüne güven yoktu. Çünkü kendi lisanının macerasında değişmak sözcüğüyle aynı imla üzere yazılan kalp, değişip duruyordu. Çünkü kalp az vefalı, çabuk unutucu ve bıkıcıydı. Heves insana mahsus bir sıfattı. Ve yakışıklı ve süslü damadın genç erkek kalbinde heves vardı. Güzelliğim bir kez daha onaylansın, dedi., görüntüsünü boy düşüreceği yeni bir ayna istedi. Bir sabah vakti ravilerin rivayetlerine bakılırsa bir benzerini kentin tarihçesinde yine kimselerin görmediği yeni bir düğünle yeni bir gelini daha eve getirdi.

Yeni gelin eski gelin oldu.

Kalplerin taşıyıcılığı başka başkaydı. Taşınabilenden fazlasını vermese de Rab, bazen verilen, taşıyıcısını ezip geçiyordu. Eskimiş bir gelinin zannınca, tenin de canın da taşıyabileceğinden fazlasıydı bu. Hayatla ölüm tartılınca ölüm, bugünle yarın tartılınca yarın ağır geliyordu.

O kadar ki, RABB'im, dedi, yerlerin ve göklerin RABB'i, ben bu yükü taşıyamam, bu yer taşımaz beni.
Göklere baktı. Acı ve dua kalbinin zarına değe değe dua etti. Yer yarılsa da yerin dibine geçsem, böyle dedi.

Gözyaşının düştüğü yerde merhamet vardı. Bağışlaması ve esirgemesi sınırsız olan Rabb' katında duası, kabul edilmiş duaların defterine yazıldı.

Ama: Ben bu yükü taşıyamam, bu yer taşımaz beni, sadece bu kısmı kabul gördü duasının. Yer yarılsa da yerin dibine geçsem, bu kısmı kabul görmedi.

Doğrusunu ALLAH bilirdi.

Yer cezaydı gök kurtuluş. Yer tekildi gökler çokluk.
''Yer taşımazsa seni gel o zaman göklerime!'' denildi.

Yer yarılmadı, yerin dibine girmedi, sadakat sözünü tutmayan ve kalbi hevesle dolu olan damadın gelini. Taş da kesilmedi. Ama o günde, o saatte ve orada bir turnaya dönüşüverdi.

O gün bugün turna su kuşu. Boynu zarif. Gözleri duru. Başının arkasında telli tarağı. Sadakate tanık tutulmuş bir yüz görümlüğünün yerinde, boynunda,hicaptan kapkara kesilmiş bir leke.

O gün bugün turna kutlu, kimse ellerine turna kanı bulaştırmak istemez. Öldürenin boynuna vebali var. Ve turna öldüren zalim avcı bir daha iflah olmaz.

O gün bugün turna tek eşli. Eşi vurulan turna o gün bugün katarını terk ederek yere iner. Çığlık çığlığa. Eşini bırakıp da ölümün siyah koynuna, havalanmak istemez.

O zaman onu da vurmak zorunda kalır avcı. Zaruri bir ölüm olur bu...

Nazan Bekiroğlu / İsimle Ateş Arasında isimli kitabından alıntı.



 

2009 ·Ruz-i Ceza by Keziban Saat, Free Blogger Templates